Çukur dizisini izlediniz mi bilmem? Ben izledim. Orada sevdiğim karakterlerden bir tanesi de sayın Ercan Kesal’ın oynadığı İdris Koçovalı karakteriydi. Kendisinin bir ailenin ve bir mahallenin lideri olarak, aile kavramı için bir tanımı vardı ve bu tanım dizinin de ana temalarından bir tanesiydi.
“Aile her şeydir. Ailen yanında değilse sıfırsın, yoksun, hiç kimsesin. Ailen arkanda değilse, hiçbir şeysin. Onlar senin ellerin, kolların, bacakların. Onlar vurur tekmeyi, tetiği onlar çeker, sen sanırsın ben çektim, ben vurdum. Ailen korur seni gerektiğinde, sen de aileni korursun. Aile her şeydir.”
İzlemeyenlere bilgi olarak bu dizi bir nevi mafya dizisi olduğu için dil biraz benim yazım dilinden farklı gelebilir. Ancak cümleler benim değil diziden alıntıdır. Yine de iş dünyasını biraz mafya dizi ve filmlerine de benzetmek mümkündür.
Gelmiş geçmiş en iyi filmlerden olan Baba filmini mutlaka izlemişsinizdir. Aslında orada da durum pek farklı değil. Ailenin bir reisi var ve bu reis aynı zamanda büyük bir mafya ailesinin de başında. Tüm konular babaya geliyor ve bir şekilde (bu kısmı hayalinize bırakıyorum) o konular çözülüyor. Bu babanın işe yarayan ve yaramayan çocukları var. Bu çocukların kendi aralarında hep bir çekişme oluyor ve çocukların da kendi adamları var. Bu adamlar da karşılıklı olarak birbirlerini pek sevmiyorlar. Yıllarca bu filmin farklı versiyonlarını tüm ülkelerde ve Türkiye’de, sinema ve televizyonlarda gördük.
Mafya filmi veya dizisi dedik geçtik ama gerçek dünyada durum farklı mı? Örneğin iş dünyasında? Bir genel müdür var. Genel müdürün de genel müdür yardımcıları çocukları, o çocukların da adamları aslında organizasyonun geri kalanı. Kimi okurlar tam benzetecek, kimileri de çok benzerlik bulamayacak. Bu içerisinde çalıştığınız kurumun da durumunu size vermiş olacak. Tam benzetenler, çalıştığı kurumların daha monarşik (bahsettiğim filmleri baz alırsak feodal de diyebiliriz); hiç benzetemeyenler ise daha demokratik bir şirkette çalışıyor desek, büyük bir hata yapmış olmayız sanırım.
Monarşik şirketler ve demokratik şirketleri bir doğrunun iki ucuna koysak ve Türkiye’de şirketler, yönetimler hangisine daha yakın desek sanırım monarşik (şirketine göre feodal) sisteme daha yakın çıkar ortalama. Böyle bir araştırma yapılmamıştır eminim ama siz çalıştığınız kişilere iki soru sorun;
- Türkiye’de şirketler bu ikisinden hangisine yakın?
- Kendi çalıştığınız şirket hangisine yakın?
Bu soruları ne kadar çok kişiye sorarsanız o kadar çok doğruya yaklaşırsınız (dilerseniz 0-100 arası puanlama isteyip ortalamayı hesaplayabilirsiniz). Kültürümüz, yüzyıllar boyu yönetiliş biçimimiz ve tek adamlara inanç ve alışkanlığımızı da hesaba katarsak, sonucun açık ara tek adamın yönetimine yakın olacağını düşünüyorum.
Çalışanlar tarafından konuya biraz baktık evet ama yönetim acaba ne düşünüyor? Ben size bir tüyo vereyim ama aramızda kalsın; durum yönetici katında da çok farklı değil. Yöneticiler her ne kadar “yok canım asla, olur mu? Ben takımımı dinlerim, ortak karar alırız, son kararı hep birlikte veririz” deseler de Freud’a göre “id”leri tek adamcı (cinsiyetçi olarak adam demiyorum erkek ya da kadın olması fark etmez) çalışır. Bunu anlamak esasında çok basittir. Hayal edelim ya da bugüne kadar katıldığımız toplantıları düşünelim: Diyelim ki hiç kimseyi tanımadığınız bir toplantıya girdiniz, toplantı 15 dakika sürdü. O toplantıda en üst düzey yönetici kim anlayabilir misiniz? Bu soruya benim cevabım; 15 dakika zamana ihtiyacınız yok, 1 dakika içerisinde o masanın en üst düzey yöneticisini anlarsınız. Bakınız kim yönetici kim değil bilmeden de yöneticinin kim olduğu anlaşılabiliyor. Ben burada en üst düzey yöneticiyim demese bile o kişinin duruşu, cümleleri, insanların ona olan tavırları, bakışları onun o masadaki en üst düzey yönetici olduğunu belli ediyor. Yöneticiler “ben yöneticiyiiimmmm” diye bağırmasa bile diğer katılımcılar adeta “sen yöneticisiiiiinnnn” diye bağırıyor.
Yönetici mi bağırıyor “ben yöneticiyim” diye yoksa diğerleri ondan yönetici gibi davranmasını mı bekliyor, bu tartışma bu yazı için çok önemli değil. Sonuçta ortada bir yönetici var ve bu yöneticinin de yapması gerekenler var. Yöneticinin yani filmlerdeki babanın bir aileye ihtiyacı olduğu kesin. Aile olmadan baba olmanın da bir manası yok.
Hayat dengeyi sever. Yöneticinin de sadece iş ve işin politikası ile diğer yöneticilerle dengeleri kurması tek başına yeterli olmaz. Bir de takımı ile dengeyi kurması gerekir ki tüm resim yerine otursun. Takım yani aile her şeydir. Sıklıkla atlanır bu. Yönetici üstten bir hedef alır, o hedefi takımına iletir ve yapılmasını bekler. Yapılan budur ama iyi olan bu değildir. Geliştiren, büyüten, ilerleten bu değildir. İşin içerisinde iş var evet ama sadece iş yok sevgili yöneticim. İdeal ortamlarda işin içinde işten başka bir de ailen var.
Peki ne yapmalısın?
İyi bir ekip tasarımı yapmalısın ve eğer elindeyse işe alımlarda titiz olmalısın. Burada elini kolunu bağlayan ücret politikaları olabilir elbette ve bu senin boyunu aşar evet. Ama yine de yapabileceğinin en iyisi olmalı. Fakat unutma; iş görüşmeleri eleman görüşmeleri değildir. İşe en uygun adayı bulana kadar çalışmalısın. Başarının başlangıç noktası burası. İş görüşmelerinde de beğenen üstün kişi psikolojisine girme. Unutma; sen de bir çalışan olarak bir başka çalışana işi anlatıyorsun, eğrisi ve doğrusu ile. Ve yine unutma yapılacak işi, takımı. Şirketi olduğundan büyük gösterme çünkü işe aldığın çalışanın gerçekle karşılaşma anı çok uzun sürmeyecektir ve ayrılmak için çareler arayacaktır. Zararın daha büyük olur. Aman n’olur işe alacağın kişi işinde ne kadar iyi olursa olsun davranışsal sorunları varsa, takımı bozacaksa işe alımı yapma. Çünkü takıma alacağın bir yıldız diğer yıldızları söndürecekse karanlıkta kalırsın.
İşe alımı yaptın, takımı oluşturdun ama yeterli değil. Takımı birbirine kaynaştırman gerekiyor. Birlikte çalışmayı, eğlenmeyi, birlikte hareket etmeyi bilmeyen takım, takım değil sadece kalabalıktır. Takımın ayrı ayrı iyi elemanlardan oluşuyor olabilir ama birlikte çok daha iyi olduklarını görmeleri gerekir. Birisinin hepsi için ve hepsinin de birisi için çabalayacağı bir ortamı yarattığından emin olmalısın.
Takıma bir amaç vermelisin. Neden varlar? Ne başarmaları lazım? Neden başarmaları lazım? Bu soruların hepsinin cevabını takım bilmeli. Havalı kelimelerle vizyon, strateji denir ama bizde bunun karşılığı amaçtır. Amacınız nedir? Ancak amacınız kısa vadeli olmamalı. X projesini bitirmek, y işini başarılı sonlandırmak değildir amaç. Amaç daha ulvidir. Çevresinde toplanacak, inanılacak bir amaç olmalı. -miş gibi bir amacınız olursa kazanamazsınız. Kendinizin inanabileceği bir amacınız yoksa ona takım da inanmayacaktır. Amacınızın altını adımlar doldurabilir artık. Neler yapacaksınız? Ne zaman yapacaksınız? Hangi taktikleri kullanmanız gerekiyor?
Buraya kadar herkes bilir, herkes anlatır ve kusuruma bakmayınız; bildiğiniz bir şeyleri yazmış oldum ben de. Sıklıkla atlanır ama bilinir. Bir de kağıt üzerinde çok güzel duran ama ne yazık ki uygulamasını Türkiye’de çok görmediğimiz önemli bir şey daha vardır: Çoğu yönetici takımını geliştirmek için onları geliştirecek iş getirmekte zorlanır. Bu bir ebeveynin eve ekmek getirmesi gibi yöneticinin de takımını geliştireceği işleri takıma getirmesi çok önemlidir. Takımı sevmek, iyi ilişkiler kurmak, amacı belirlemek, anlatmak iyidir ama yeterli değildir. Takımın gelişmesi, büyümesi, güncel işleri yapması da yöneticinin sorumluluğundadır. İş çalışanın besinidir. Zorlanır belki yaparken, belki isyan eder ama hangi büyümek sancısızdır ki? Yöneticilerin çalışanlarını büyütmesi de gerekir.
Evet, aile her şeydir ama doğru aileyi kurmak ve büyütmek her şeyden önce ebeveynlerin görevidir. Bir gün sevgili yöneticim, hayattan göçüp gittiğimiz gibi iş yerlerimizden de ayrılacağız. Belki başka şirketlere gideceğiz ya da emekli olacağız. Bizden geriye kalanlar ise bizim imzamızı taşıyacaklar. İş hayatında güzel bir imzanız kalsın istemez misiniz?