Eğri oturup doğru konuşalım; COVID-19’dan sonra, sular durulduğunda dünya bir daha asla eskisi gibi olmayacak. Peki, virüsü gerçekten alt etmeyi ve etkilerinden kurtulmayı başarabilecek miyiz?
İnsanlık olarak mücadele verdiğimiz bu virüs tam olarak neye benziyor? HIV’e mi yoksa hepatite mi? Eğer gözlemler bilim insanlarını yanıltmıyorsa karşımızda daha tehlikeli, hiç semptom göstermeden sayısız kişiye bulaşabilen bir virüs var.
Şu ana kadar bilim insanları genellikle taşıyıcıların iyileşmesi durumunda bir daha hastalanmayacağına ya da çok düşük olasılıkla tekrar hasta olacaklarına dair iyimser bir öngörüde bulunuyordu. Ancak son bulgular gösterdi ki işler hiç de sanıldığı gibi olmayabiliyor. Dolayısıyla bilim dünyası şu an enfeksiyonu yenmiş birinin bir daha yakalanıp yakalanmayacağı konusunda yeterince bilgiye sahip olmadığını kabul ediyor.
Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu hatırlar ve geçmişteki salgınlara bakacak olursak teknolojinin daima insanlığın imdadına yetiştiğini görürüz. Şimdi de durum çok farklı değil. Bilinmeyenlerle dolu yeni bir dünyaya uyum sağlamaya çalışıyoruz ve Nesnelerin İnterneti yani IoT bulmacanın eksik parçası olabilir.
Virüsün seyrindeki belirsizlik ekonomi alanında da tedirginliğe yol açıyor. Artık ekonomiler yeni bir karantina ya da sokağa çıkma yasağı karşısında fazla kırılgan bir yapıya büründü. Hükumetler de bunu bildiği için kontrollü olarak kısıtlamaları kaldırıp yeni bir virüs dalgasının önüne geçmek istiyorlar.
Bu tabloda hayatta kalma mücadelesi veren şirketler ise dijital tarafa ağırlık vererek giderlerini kısmaya çalışıyor. Bazıları ne yazık ki küçülmek ve personel çıkarmak zorunda kalıyor. İyi bir senaryoda ise kurumlar yazılım geliştirme danışmanlık hizmetlerinden yararlanarak sanal ofis ortamına ayak uydurmaya çalışıyor.
Şehirler de şirketler gibi var olabilmek için stratejiler belirliyor. Her iki kesimin günü kurtaran çözümlere değil de uzun vadeli planlara ihtiyacı olduğunu bir kez daha hatırlatalım. Stratejimizi belirlerken hem uzun süreli yasakların mantıklı olmadığının hem de sosyal/fiziki mesafenin en az 2022’ye kadar yaşamın bir parçası olduğu gerçeğini gözardı etmeyelim.
IoT teknolojinin en yoğun olarak kullanıldığı alanların başında akıllı şehirler geliyor. Trafik ışıklarından yara geçitlerine her köşede veri toplayan IoT akıllı şehirleri güçlendiren tek bir ağ altyapısı görevi üstleniyor.
Güney Kore’nin başkenti Seoul hem akıllı şehir olma yolunda istisnai bir örnek teşkil ederken aynı zamanda IoT ile pandeminin nasıl yönetilebileceğinin yegane kanıtı konumunda.
16 Mart tarihinde Güney Kore “Akıllı Şehir Veri Üssü” adı altında yeni nesil bir altyapı duyurdu. Bunun sayesinde epidemiyolojik araştırmacılar hızlıca coronavirus vakalarını teşhis edip potansiyel bulaşma yollarının haritasını çıkarabildi. Normal şartlarda bu sürecin son derece ağır işleyen ve zahmetli bir operasyon olduğunu hatırlatmaya gerek bile yok.
Gerçek zamanlı olarak veri toplayabilme özelliğine sahip Güney Kore, kısa süre içerisinde günlük bulaş sayısını 900’den 90’a indirdi. Bu başarının üzerine vefat oranını ise %1’in altına çekmeyi başardı. Üstelik tüm bunlar gerçekleştirilirken tek bir karantina ve seyahat kısıtlaması gündeme gelmedi.
Güney Kore’nin otomatik olarak eşleme ve karşılaştırma yapan epidemiyolojik veriye dayalı sistemi, herkesin ev ve iş adresinin güncel halinin veritabanında yer alması sağlık uzmanlarının tam olarak hangi bölgeye nasıl yoğunlaşacaklarına dair çok net bir fikir verdi.
Bu sisteme rakip olarak da Google ve Apple’ın Bluetooth’a dayalı bir sistem geliştirdi. Sistem, kişisel hakları ihlal ettiği gerekçisiyle uzun süredir tartışılsa da ABD’de kullanılmaya devam ediyor. Buna göre kişiler, COVID-19 teşhisi koyan diğer kişilerle nerede ve ne zaman aynı ortamda bulunduklarını görebiliyorlar.
Bu sistemin eksi tarafı ise akıllı şehir uygulamalarının aksine, Google ve Apple’ın hizmetlerinin bireyin kendisini fişlemeye razı olmasına dayalı olması. Yani sistemi kullanmak isteyenler verilerini bu firmalarla paylaşmak zorunda kalıyor ki bu da çok kişinin tercih ettiği bir durum değil. Bir diğer konu da Bluetooth bağlantısının bu şekilde veri aktarmasının ne kadar güvenliği olduğu.
Sağlık hizmetlerinin değişen yüzü
Şu an için herkes tüm önceliği COVID-19’a vermiş olsa da diğer hastalıklar veya kötü koşullar ortadan kalkmış değil. Sağlık hizmetleri bir taraftan pandemi ile boğuşurken diğer taraftan olanca güçleriyle diğer hastalıklardan mustarip kişilere yardımcı olmaya çalışıyor.
Tam da bu noktada teletıp kavramına değinmemiz gerekiyor. Teletıp doğru uygulandığı takdirde doktorlar daha fazla hastaya uzaktan yardımcı olabiliyor. Bunun için hasta görüntüleme uygulamalarının kliniklerde hazırda bulundurulması gerekiyor.
Bahsi geçen uygulamalardan bir tanesi MaNaDr. Bu program Singapur’da geliştirildi ve günümüzde bir milyondan fazla hasta üzerinden kullanıldı. MaNaDr, hastanın şikayetlerini değerlendirip ne yapılması gerektiği konusunda karar alan, gerekli gördüğü takdirde ambulans yönlendirmesi yapan bir uygulama.
Akıllı şehirlerde olduğu gibi sağlık hizmetlerinde de IoT çözümlere sıklıkla başvurulduğunu görüyoruz. ABD’de birçok akıllı cihaz nabız, tansiyon gibi değerleri ölçüp bulut ortamına yükleme yapıyor. Bu değerlerde olabilecek en ufak bir anormallikte ilgili doktora uyarı gidiyor. Daha büyük bir perspektiften baktığımızda ise aslında tüm değerler yapay zekayı besleyen büyük verinin bir parçası. Yapay zeka bu veriyi analiz ederek birbiriyle bağlantılı gördüğü noktalar üzerinden tahminlerde bulunuyor. Bu tahminler ve onların doğruluk payı çok önemli çünkü sadece tek bir hastada rastlanan beklenmeyen bir durum dünyayı dize getirecek bir hastalığın habercisi olabilir. Sağlık çalışanlarının sınırlı gücünü en doğru şekilde kanalize etmesi yine bu tahminlerin doğruluğuna bağlı.
Otomasyon ve gelecek
Şirketler şu an için iş akışlarının kesintiye uğramaması için ellerinden geleni artlarına koymuyor. IoT bu noktada şirketlerin önündeki zorlu birkaç ayda kurtarıcı olabilir. Eldeki verilere bakıldığında yılın ilk yarısında IoT konusuna ilgide bir düşüş gözlemlenirken pandemiden sonra IoT çözümlerine yapılan yatırımlarda büyük bir artış olduğu gözlemlendi.
İlk yarıdaki düşüşün ardındaki nedenleri de doğru analiz etmek gerekiyor. Şirketler aslında konuya ilgisiz kalmaktan ziyade bekleyip görme politikası benimsemişlerdi. Sonuçta küresel anlamda ekonomik sıkıntıların yaşandığı bir ortamda herkes çok daha dikkatli yatırım yapmak istiyordu. Ancak görünen o ki otomasyon ve herkesi birbirine bağlayan bulut veya uzaktan çalışma ortamlarına yatırımların karşılığı kısa sürede alınabildi.
Bu yatırımların ise birinci adımı donanım iyileştirmesine dayanıyor. Her ne kadar bu konuda yol alınsa da hâlâ kullanıcılar ideal bir donanım ortamına sahip olmaktan çok uzakta. Bu sorunun üstesinden gelmek için yakın gelecekte yazılım geliştirme danışmanlarının kurumlara ve kişilere özel geliştireceği ya da önereceği sistemleri göreceğiz.
Geçmişten edinmemiz gereken bir ders varsa o da salgınlara karşı verilen savaşta teknolojinin en büyük müttefiklerimizden biri olduğudur. Bilinmeyenlerle dolu yeni bir dünyaya uyum sağlamaya çalışırken, IoT tam da ihtiyacımız olan yardımı insanlığın hizmetine sunabilir.