Sizleri ve ERAI’ı tanıyabilir miyiz?
Simay Soylu:
Çalışma hayatına Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü tamamladıktan sonra, bir Fransız bankasının Türkiye temsilciliğinde danışman olarak başladım. Bu arada aynı üniversitede Siyaset Bilimi yüksek lisansını tamamladım. İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini esas alan bu görevi Fransız ortaklı başka bir danışmanlık firmasında proje müdürü olarak sürdürdüm. Sonrasında, Fransa’nın Lyon ve çevre bölgesinin ekonomik kalkınma ajansının Türkiye ülke müdürlüğünü üstlendim. Bu ajans 2015 yılında Fransa’daki politik sebepler yüzünden kapatılınca şirketin Türkiye operasyonunu satın aldım ve çalışmalarımı ERAI Türkiye çatısı altında devam ettirdim. 2010 yılında ajansın Türkiye ofisini kurarken yalnız başladığım bu serüvende bugün 30 kişiden fazla, çok kültürlü bir ekiple hem yabancı şirketlerin Türkiye projelerinde stratejik danışmanlık veriyoruz hem de onların günlük aktivitelerini kolaylaştırmak yönünde yönetim desteği sağlıyoruz.
Gönenç Atakan:
18 yılı aşkın zamandır kesintisiz basın ve iletişim sektörünün içinde yer alan sosyoloji mezunu bir İletişim Yönetimi Danışmanı ve İletişim Aktivistiyim. Türkiye’de bilinen, ilk 10 içerisinde yer alan ulusal ve uluslararası iletişim ajanslarında üst düzey yöneticilik yaptım. Küresel ve yerel ölçekteki birçok sektörde hizmet veren, çözüm üreten şirketlere danışmanlık verdim. Küresel bağlamda birçok markanın kampanyasını yönettim. Türkiye’de de yine önemli derneklerin ve markaların yerel kampanyalarında doğrudan imzam bulunuyor. İletişimin kurumsal ve basın tarafında yer almadım ancak düzenli olarak hem basın emekçileriyle bir arada çalıştığımdan hem de markaların/kurumların iletişim çalışmalarını yürüttüğümden, iki tarafla ilgili süreçlere oldukça hâkim olduğumu söyleyebilirim. Uzun süredir odağında teknoloji olan (sadece teknoloji markası değil) kurumlara yoğunlaştım. Bunun yanında, gençlerin bulunduğu platformlar da ilgi alanımda yer alıyor. Ayrıca Türkiye’deki önemli mecralarda teknoloji ve gündem odaklı yazılarım yayınlanıyor ve yayınlanmaya da devam ediyor.
Türkiye, dış yatırımcılar için nasıl bir pazar? Fırsatlar özellikle hangi sektörlerde yoğun?
Simay Soylu:
Türkiye ekonomik, politik, sosyal-kültürel tüm zorluklarına rağmen hala ve her zaman dış yatırımcı için yüksek potansiyeli olan bir pazardır. 85 milyon nüfuslu kendi iç pazarı bir yanda, kolaylıkla erişebileceği komşu pazarlar diğer yanda dış yatırımcı için hedef pazar özelliğini koruyor. Türkiye’nin eski dünya olarak adlandırılan 3 kıta arasında bir köprü vazifesi görmesi ve bu üç kıtayı kültürel anlamda birbirine bağlaması pazarın önemini zorunlu olarak her daim güncel kılıyor. Yatırımcıların risk iştahıyla paralel olarak bu potansiyel artıyor. Yatırımcı her zaman güvenli liman arar fakat karı yaratan da risktir. Görebilen için Türk pazarındaki riskler ölçülebilir ve değerlendirilebilir risklerdir. Bu bağlamda pazarı tanıyan ve risk almaktan korkmayan firmalar yatırıma devam ediyorlar. Özellikle üretime dayalı endüstriyel sektörlerde (otomobil ve yan sanayii, havacılık, savunma sanayii, kimya, gıda, makina sanayii, endüstriyel ekipman üretimi vs.) potansiyel her geçen gün artmaya devam ediyor. Türk endüstrisi hem kendi iç pazarına yetişmek hem komşu pazarlara ulaşmak hem de başta Avrupa ülkeleri olmak üzere neredeyse tüm dünyaya ihracat gerçekleştirmek durumundadır. Ham madde ve yarı işlenmiş mamul konusunda dış pazarlara da bağımlı olması, endüstriyel ürünler ticaretinde pazarı çift taraflı olarak yüksek potansiyelli duruma getiriyor. Genç, eğitimli ve teknolojiye yatkın nüfusuyla beraber, hizmet ve yeni teknolojilere dayalı bilişim sektörü de yüksek potansiyelli sektörler arasındadır. Son olarak yüksek ölçüde ithal enerjiye muhtaç Türkiye’nin çok yakın zamanda yenilenebilir enerji yatırımlarına ihtiyacı yüksek oranda artacaktır.
Yatırım ve iş yönetimi stratejileri başarı için birbirine ihtiyaç duyan unsurlar. Her ikisini doğru bir şekilde harmanlamak ve beslemek için yabancı yatırımcıların nasıl bir yol haritasına ihtiyacı var?
Simay Soylu:
Öncelikle yatırımcının motivasyonunun tam olması önemlidir. Türk pazarı maalesef yarım yatırımcı için uygun değil. Yarımdan kastım, sınırlı bütçeyi korkarak kullanan yatırımcı. Sınırlı bütçe makul karşılanabilir ama korkarak girişimde bulunmak bu pazar için tehlikeli sonuçlar yaratabilir. Bu ilk aşamadan sonra doğru ürün seçiminde de çok kritiktir. Bunun için de pazarı iyi tanımak gerekiyor. Bu sebeple ürün ve marka bazlı bir pazar araştırması kaçınılmaz… Doğru ürüne karar verdikten sonra pazara girişin hangi yapı altında olacağına bakmalı. Bir distribütör ya da mümessil aracılığıyla mı yoksa bir şirket mi kurulmalı? Burada rakiplerin pazardaki konumlanması mutlaka incelenmeli. Ayrıca son kullanıcı nasıl bir muhatapla çalışmak istiyor? Bu noktaya da dikkat edilmeli. Bu adımdan sonra pazarlama ve satış stratejileri nasıl geliştirilmeli? Burada iç kaynaklardan mı yararlanılacak yoksa dış kaynağa mı yönelinecek sorusuna biraz da bütçe yanıt verecek. Tüm bu süreçlerin optimum yönetilmesi için doğru iş ortakları ve kişilerle çalışılması çok stratejik değere sahip. Bu bağlamda ERAI Türkiye olarak verdiğimiz bütünsel hizmetlerle, 17 yıldır bu pazara girmek isteyen yatırımcılara en gerçekçi ve sürdürülebilir desteği sunuyoruz.
Başarının bir de iletişim yönü var elbette… Şirketler hatta bireyler hitap ettikleri sektörde itibar kazanmak isterler. Burada, iletişim yönetiminden nasıl fayda elde edebilirler?
Gönenç Atakan:
Kesinlikle doğru, iletişim başarının önemli bir yönüdür. Özellikle iş dünyasında ve kişisel gelişimde. İletişim yönetimi, şirketlerin veya bireylerin hedef kitleleriyle etkili bir şekilde iletişim kurarak itibar kazanmalarını sağlar. Şimdi burada iletişim yönetiminin sağlayabileceği faydaları size sıralayayım ama asıl önemli olan bunlar değil. Önemli olana sıralamadan sonra değinelim. İtibar yönetimi en başta geliyor. Hedef kitleye ulaşmak, ilgiyi artırmak, kriz yönetimi, rekabet üstünlüğü, iş birlikleri ve ortaklıklar, müşteri ilişkileri, stratejik yönlendirme vb. gibi listeyi uzatabiliriz. Gelelim asıl maddeye: İletişimin yönetilebilmesi. Hem de her mecrada ve her kişi üzerinde, özelinde… Bu ne manaya geliyor? O organizasyonda kim varsa ve markasını nerede temsil ediyorsa, iletişimin yönetilebilmesi adına ortak dile sadık kalması gerekiyor. Eğer söz konusu olan o markanın asıl sözcüsüyse, o kişinin de kendine ait bir ‘persona’sı olmalıdır. İletişim yönetimi, uzun vadeli ve çaba gerektiren bir süreçtir ki bu süreçte oluşturulacak kimlik ve bunun yönetimi de iletişimsel bağlamda mutlaka profesyonel yönetimlere ve danışmanlara bırakılmalıdır. Bakın, burada marka yönetimi, kimlik yönetimi, PR, marka danışmanlığı gibi türetilen bazı işlerden ve konulardan bahsetmiyorum. Çok daha kritik ve önemli bir kavramı konuşuyoruz. Sadece bir dergide, gazetede, sitede, radyoda vb bir yerde iletişimi yönetmek yetmez. Bunu kendinize ait dijital bir sosyal medya platformunda, iş sözleşmeleri için oturduğunuz masada, çalışanlarınızla, iş ortaklarınızla, müşterilerinizle, hatta rekabet iletişiminde dahi kullanabilmelidir. İletişim Yönetimi Danışmanlığı, şirketlerin hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak adına çok önemli bir araçtır ve ancak doğru uygulandığında şirketlerin itibarını artırabilir.
Biliyorsunuz ki okurlarımızın çoğu CIO’lardan oluşuyor. Liderlerimiz hem büyük bir ekip yönetiyor hem yönetim kurullarıyla görüşüyor hem de çeşitli etkinliklerde panelist olarak tecrübelerini meslektaşlarıyla paylaşıyorlar. Her ne kadar teknik tarafta profesyonel olunsa da bu bilgileri, projeleri aktarmadaki en cezbedici yol aslında etkili iletişim. CIO’lar iletişim yönetimi sayesinde güven, itibar, ekip yönetimi vb. gibi hangi hususlarda ne tür kazanımlar elde eder?
Gönenç Atakan:
İletişim yönetimi, CIO’ların hem bilişim ekibi içinde hem de organizasyonun genelinde çeşitli kazanımlar elde etmelerine yardımcı olabilir. Yine önce âdettendir diyerek bu kazanımları sıralayalım, sonra da konuyu başka açıdan ele alalım. Güven ve itibar, stratejik rol üstlenmek, ekip yönetimi, değişimi yönetebilmek ve krize karşı hazırlıklı olmak. Aslında, hepsi tek başına bile yazı konusu… Benim için ise değişimi yönetebilmek en başta geliyor çünkü bu insanları sadece bilgi teknolojilerinden sorumlu yöneticiler olarak tanımlamak, onları belli bir kalıba almak demektir. Zaten işleri teknolojiyle… Dolayısıyla, bu bağlamda yalnızca bilgiden sorumlu olmaları dahi üzerlerindeki yükü tanımlamaya yeterlidir ve bu bilgi, sürekli değişen-gelişen dünyada iyi bir iletişime, personaya sahip olmayı gerektirirken, bunlarla beraber iyi bir iletişimci olmayı da beraberinde getiriyor. Artık iletişim sadece pazarlamanın, kurumsal iletişimin, dijital iletişimin; özetle merkezinde iletişim olanların işi değil. İletişim, her departmanın (hatta satışın), her yöneticinin ajandasında en tepede yer alması gereken en kritik disiplindir. Etkili iletişime sahip ve bunu nerden nereye yönlendireceğinin farkındalığıyla hareket eden yöneticiler artık en başarılı olanlar haline geliyorlar. CIO’lar için de etkili iletişim, teknik konuları anlaşılır bir şekilde iletebilmeyi, dinlemeyi ve empati yapabilmeyi içerir. Bu beceriler hem teknoloji alanındaki başarıyı hem de organizasyon içindeki liderlik rollerini destekleyebilir.