Sevgili yöneticim, çalışmaktan yoruldun biliyorum. Küçüklüğünde sana kimse masal anlattı mı bilmem ama yorgunluğunu almak için ben bir güzel masal anlatayım sana. Uygun bir zamanında oku olur mu? Acele etme, keyfini çıkar.
Çook eski zamanlarda, büyük binaların çok olduğu gri bir şehirde bir çocuk yaşıyormuş. Pek parası yokmuş, annesi ve babası onu köylerinden bu şehre gönderdiklerinde gururlularmış çünkü o köyden bu gri şehre gelmek, o köydeki her çocuğa nasip değilmiş. Çocuk çok heyecanlıymış ilk zamanlar fakat zaman geçtikçe yaşamak için para kazanmak gerektiğinin farkına varmış. Tanıdığı yokmuş bu şehirde, yardım edecek kimsesi de yokmuş. Sokaklarda boş boş gezerken “İyilik Sokağı”nda bir ayakkabı tamircisinin sesi ile irkilmiş;
- Niye boş boş dolaşıyorsun sen?
Arkasını döndüğünde yaşlı, komik suratlı, güleç bir adamın kendisine gözlüğünün üzerinden baktığını görmüş. Gülerek sormuş adam;
- Heeey sana söylüyorum, niye boş boş dolaşıyorsun? Hem de üzgün gibisin.
- Şey, ben açım da…
- Aç mısın? Dilenci misin?
- Asla! Ben kimseden bir şey dilenmem!
- Neden dilenmezsin? İşin yok mu senin?
- Yok.
- Sana iş vereyim mi? Ayakkabıcıyım ben. Yaşlıyım, yanımda çalışmak ister misin?
- Olur, çok isterim.
- E dilendin işte şimdi!
- Nasıl dilendim?
- İş dilendin. İlla ekmek, yemek, su, para dilenmez ki insan. İş de dilenebilir.
- Ama ben size hizmetimi ve zamanımı satacağım, siz de karşılığında bana para vereceksiniz. Dilenmek değil ki bu, bir ticaret.
- Aferin, akıllı çocuksun. Gel bakalım!
Zaman geçmiş. Çok çalışmış çocuk, başlarda hiçbir şey bilmediği ayakkabı işinde hızla ilerlemiş. Ustasıyla arası çok iyiymiş; her işe koşuyor, ustasının elini oldukça rahatlatıyormuş. Gel zaman git zaman o sokakta başka bir çocuğu boş boş gezerken görmüş ustası. Onu da dükkana almış. Bu yeni çocuk çok uyanık birisiymiş. Hak yermiş, işine gelmediğinde bağırır çağırırmış. Çocuğun yaptığı ayakkabıları kendi yapmış gibi gösterirmiş. Usta farkındaymış bu durumun ama ses çıkaramazmış. Bunu neden yaptığını kendisi de bilmezmiş. Ustanın bilmediği başka bir şey daha varmış, o da yeni çocuğun eskisini çok bunalttığı. Eski çocuk “İyilik Sokağı”nda çalıştığına memnunmuş ama işini sadece iyilikle yapamayacağını anlamış. İzin istemiş ustasından, zamanında kendisine yaptığı iyilikten ötürü teşekkür etmiş.
- Nereye gideceksin?
- Şehri artık tanıyorum, şu ileride “Eşitlik Sokağı”nda bir ayakkabıcı varmış diye duydum. Oraya bakacağım.
- Yolun açık olsun…
Yola çıkmış çocuk. Cebinde biriktirdiği paralarla artık daha güvenli hissediyormuş kendisini. Ustasını düşünmüş, evet kendisini işe almış işi de biraz öğretmiş ama “İyilik Sokağı”nda yaşadığı için iyiliğin dükkanda bozduğu dengeyi göremez olmuş. Ne kadar usta olursa olsun, iyi olmaya çalışmak gözünü kör etmiş.
Düşüne düşüne, yürüye yürüye “Eşitlik Sokağı”na gelmiş, artık bir zanaatı olduğu için iyiliğe ihtiyacı olmadan bir iş bulabilirmiş. Bir önceki dükkan gibi bir dükkanda bir usta görmüş. Yanında birkaç çırakla ayakkabı yapmaya çalışıyormuş usta. Çocuk girmiş dükkana, kendisini tanıtmış. Kabul etmiş yeni ustası onu. Zaten ustanın da çalıştıracak çocuğa ihtiyacı varmış. Diğer üç çocuğun yanında bir yere oturmuş çocuk.
İlk zamanlar dükkandaki düzeni anlamaya çalışmış, dükkandaki herkesle iyi anlaşıyormuş. Çocuk sevmiş bu dükkanı ve sevdikçe daha çok üretmiş, ürettikçe keyif almış. Usta kazandığı parayı akşam olunca, kendi payını aldıktan sonra paylaştırırmış. “Eşitlik Sokağı” olduğu için kimin ne kadar çalıştığına bakmaksızın hepsine aynı parayı verirmiş. Zaten parada pulda gözü yokmuş çocuğun; kendisi çok ayakkabı yapmış, başkası daha az yapmış pek umursamazmış.
Eşitliği sevmiş ama zaman geçmiş, bir akşam dükkanda kendi başına ayakkabılarını yapmaya devam ederken, ustasını çocuklardan birisine kendi yaptığı özel ayakkabılardan bir tanesini hediye ederken görmüş. “Olabilir” diye düşünmüş, “Bana da hediye eder ileride ne olacak ki burası ‘Eşitlik Sokağı’ değil mi? Hem aldığımız paralar bile eşit.” Sonra kendi ayakkabısına bakmış ve kendi ayakkabısının yırtıldığını hiç fark etmediğini görmüş. Ustası herhalde fark eder diye beklemiş uzun süre, “Benimle birlikte çalışan arkadaşımın yırtık ayakkabısını fark etti, beni de fark eder.” Beklemiş, beklemiş, beklemiş çocuk, beklerken çok çalışmış ama ustası onun da ayakkabısının yırtık olduğunu hiç fark etmemiş. Üzülmüş çocuk ve eşitliği sorgulamaya başlamış, sadece aldıkları paranın eşit olmasının yetmediğini anlamış.
Bu dükkandan da ayrılmaya ve başka çocuklardan duyduğu “Teşekkür Sokağı”na gitmeye karar vermiş. Dükkana geldiği gibi sessizce ayrılmış bir gün ve yürümeye başlamış yeni çalışacağı sokağa doğru. Uzunca yürüdükten sonra yeni bir ayakkabıcıda çalışmaya başlamış. Yeni ustasının en çok değer verdiği şey; müşterilerinin kendisine teşekkür etmesiymiş. Sırf bu teşekkürleri alabilmek için çocukları çok çalıştırıyor ve gelen müşterilerin kimi zaman onlara kötü davranmasına müsaade ediyormuş. Her ne kadar kimse yokken çocuklarla konuştuğunda onların hakkını nasıl koruduğunu anlatıyorsa da müşteri önünde genelde hiçbirisini korumuyormuş. Fakat çocuk bir sorun olduğunu düşünmüş. Ustası teşekkür almanın çok önemli olduğunu, özellikle müşteriden gelen teşekkürün çok kıymetli hatta çoğu zaman müşterinin parasından daha kıymetli olduğunu söylüyormuş. Fakat kendisi hiçbir zaman yanında çalışan çocuklara teşekkür etmiyormuş. Çocuklar bunu arada sıra kendisine sorduğunda kendisinin teşekkür edemediğini, buna alışkın olmadığını söylermiş. Çocuk, ustasının neden “Tezat Sokağı”nda dükkan açmadığını merak etmiş. Ama buradan da ayrılmaya karar vermiş çünkü çoğu zaman insan için paradan daha önemli olan şeyin takdir edilmek olduğunu anlamış. Bu dükkandan da sessizce ayrılmış çocuk.
“Hak Sokağı”na gitmeye karar vermiş. “Ne de olsa Hak Sokağı’nda ustalar hak yemiyordur.” diye düşünmüş. Çünkü bugüne kadar çalıştığı tüm sokaklarda her şeyi görmüş ama hakkaniyetli ustayı görmemiş. Sadece iyi olmak yetmiyormuş, eşit davranmak sadece görünürde olursa olmuyormuş, teşekkür almaya önem verip teşekkür etmemek doğru değilmiş. Sokaklara isimlerini veren ustalar sadece sokak ismini verip bırakmamalıymış. Düşüne düşüne “Hak Sokağı”na varmış çocuk. Artık işinde çok iyi olduğu için iş bulması zor olmamış. Sokağın da dükkanın da ustanın da farkını hemen anlamış. Yeni ustası kim ne kadar ayakkabı üretirse günün sonunda o kadar para veriyormuş, ürettiği kadar para almanın yanında hatalı ayakkabı yaparsa alacağından düşüyormuş çocukların. Hatalı ayakkabılarda usta, çocukların yanına oturuyor daha iyisini nasıl yapabileceğini anlatıyormuş çünkü çırak olarak ustasından bilgi almak da o çocuğun hakkı diye düşünürmüş usta. Usta iyi bir insan olduğu için çocukların kendi aralarındaki anlaşmazlıklara, birbirlerinin hakkını yemesine gözlerini yummuyor, iyi insan olmanın altında ezilmiyormuş. Bir çocuk diğerine haksızlık ettiyse, zorbalık ettiyse bu haksızlığı yapan kimse o çocuğu uyarıyormuş. Bir müşteri gelip bir ayakkabı için teşekkür mü etti? Usta hemen o ayakkabıyı yapan çocuğu yanına çağırıyor müşteriden teşekkürü çocuğun almasına dikkat ediyormuş. Bunu da gizli kapaklı değil, diğer çocukların yanında yapıyormuş ki diğerlerine de örnek olsun. Çocuklardan birisine iyi bir şey yapacaksa bunu diğer çocuklara da yapması gerektiğini düşünüyormuş.
Bu dükkanda her şey olması gerektiği gibiymiş. Tüm çocuklar kendilerinin oldukları ya da olmadıkları yerde ustalarının onları gözeteceğini bilip tam güvenirlermiş. Mutluymuş artık çocuk, daha fazla para veren bir dükkana, başka ustanın yanına, başka sokağa gitmek aklının ucundan bile geçmez olmuş. Çalıştığı her sokak ona bir şey öğretmiş elbette ama en çok da şimdi çalıştığı ustanın kıymetini öğretmiş. Bir gün usta olursa, kendi dükkanı olursa bu son ustası gibi olmak için kendisine söz vermiş.
Gökten 3 elma düşmüş, üçü de ustayım diye geçinenlerin başına düşmüş. Çünkü madem usta olmuş, o zaman ustalığın hakkını vermeliymiş. Hem yerçekimi yasası da böyle bulunmuş, umarız bu elmalar ustalara doğruyu buldururmuş…
Yiğidi öldür, hakkını yeme. Eline sağlık.
Teşekkür ederim